top of page
Ara
  • elifokangezmis

Psikoloji çevirileri aslında neden zor?


(Bu yazı ilk olarak 4 Aralık 2016'da artık tarihe karışan eski blogum alfaislevi.com'da yayınlanmıştı.)


Bununla ilgili bir istatistik var mı bilmiyorum ama özellikle son birkaç senedir Türkiye’de yayınlanan Psikoloji-Kişisel Gelişim kitaplarında (talebe paralel) ciddi bir artış olduğunu gözlemliyorum. Bu kitapların ağırlıklı yüzdesi yabancı menşeli olduğundan büyük bir çeviri ihtiyacı da doğuyor. Ve sanıyorum ki bu alandaki metinlerin çevirisi – bazı başka alanlara göre – dışarıdan bakana görece kolay bir izlenim veriyor. Belki bu bir anlamda doğru da olabilir; sonuçta Psikoloji pek çok açıdan daha aşina olduğumuz, daha ‘bizden’ kavramlar barındıran bir dal. Öte yandan, Psikoloji aynı zamanda kendi içinde geniş bir yelpazeye yayılmış durumda ve bu dışarıdan fark edilmeyen pek çok çeviri sıkıntısını beraberinde getiriyor. Ben de bu sıkıntıları gerekçeleriyle birlikte ana başlıklar altında kısaca tartışmak istiyorum.


Sorun 1: Hangi Psikoloji?


Psikoloji dediğimizde herkesin aklına muhtemelen başka bir şey gelecektir: Hastalıklar, kişisel gelişim, satış teknikleri, çocuk gelişimi, siyasi manipülasyon yöntemleri vs. Bunun sebebi, başta da belirttiğim üzere Psikolojinin çok ama çok geniş bir yelpazeye yayılmış olması. Öyle ki, Amerikan Psikologlar Birliği’nin bu yıl itibariyle 56 farklı bölmesi var; bu da travma psikolojisinden psikanalize, okul psikolojisinden spor psikolojisine uzanan bol çeşitli bir kapsama alanı anlamına geliyor. Dolayısıyla, sadece Psikoloji metni dendiğinde aslında tam olarak ne tür bir metinle karşılaşacağımızı bilemiyoruz. Ve bu alanların her birinin kendi terminolojisi, kendine ait tercihleri olduğundan işler karışıyor. Bunun en basit örneklerinden biri, psikanalitik düşünce ile klinik psikoloji arasındaki teorik bir fark: Psikanalitik teoride borderline (sınırdurum) dediğimiz zaman bir kişilik örgütlenmesi düzeyinden bahsediyoruz; klinik psikolojide ise bir kişilik bozukluğundan. Ve bunlar, şimdi detayına girmeyecek olmakla birlikte, bambaşka şeyler. Çeviride fark ediyor mu derseniz, belki birebir kelime itibariyle etmiyor gibi görünüyor, ama bu ayrımın bilincinde olmayan çevirmenler bazen psikanaliz metinlerindeki sınırdurum patolojiyi kişilik bozukluğu olarak – hatalı – çevirebiliyorlar. Bu da bizi ikinci maddeye getiriyor:


Sorun 2: Alana yabancılık


Bunda çevirmenleri suçlamıyorum kesinlikle çünkü bir önceki maddede belirttiğim üzere, her şeyi geçtim, alanın zaten kendi içinde epey bir alt dalı var, kaçının litertarüne aşina olabilirsiniz ki? İdeal bir dünyada her metnin çevirisini o konu ile yakın temas halinde olan birinin üstlenmesi harika olurdu belki ama gerçekçi olmak lâzım, mevcut koşullarda bu imkânsız. Tabii ki çok iyi araştırma yapmak önemli ama bu her zaman yeterli olmayabiliyor. Bazen bazı şeyleri bilmek için biraz daha uzun vadeli tecrübe, bir tür kulak dolgunluğu gerekebiliyor. Buna da bir örnek vereyim: Son dönemde epey ilgi gören kitap türlerinden biri de terapistlerin kaleme aldığı terapi öyküleri. Orijinal metin İngilizce ise, tüm öykü iki tarafın birbirine you diye hitap etmesiyle akıyor. Güzel. Peki biz bunu Türkçeye sen diye mi çevireceğiz, yoksa siz mi? Buna genelgeçer bir yanıtım ne yazık ki yok ama halihazırda faal bir terapist olarak şunu söyleyebilirim: Eğer ki söz konusu terapist psikanalitik ekole mensup ise – neredeyse kesinlikle – siz; eğer hümanist, varoluşçu vb. daha ‘samimi’ ekollerden birine mensup ise sen de olabilir. Eğer bu belli değilse, o zaman işte biraz hissiyatla karar vermek gerekiyor ve çevirmen bu ve benzeri ayrımların hassasiyetinin bilincinde olmadığı takdirde bazen okuma deneyiminde aksaklıklar ortaya çıkabiliyor.


Sorun 3: Türkçe terminolojide uzlaşı olmaması


Bu belki sosyal bilimlerin genel bir problemi ve Psikoloji de ne yazık ki bundan muaf değil. Psikoloji zaten dünyada görece yeni bir alan; haliyle Türkiye’ye ve Türkçeye gelişi de yakın bir tarihe denk düşüyor. Ve bu kısa tarih içinde pek çok terimin Türkçe karşılıklarına ilişkin tercihler defalarca değişmiş, değişmeye de devam ediyor. En basit ve çarpıcı örnek, bugün Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları olarak bildiğimiz hastanenin ismi. Bu hastanenin kuruluş süreci Toptaşı Bimârhanesi’nin taşınması ile başlıyor. Bimârhane için Kubbealtı Lugatı akıl hastanesi, tımarhane karşılığını vermiş. Mazhar Osman’ın önderliğinde Bakırköy’de kurulan hastane ilkin İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye (yani Akıl ve Sinir Hastalıkları) Hastanesi adını alıyor. Daha sonra da bugünkü ismine kavuşuyor: Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Bu örnekten gördüğümüz üzere akıl hastanesinden ruh sağlığı hastanesine bir geçiş söz konusu. Oysa modern psikolojide veya psikiyatride ruh diye bir şey tanınmaz, dolayısıyla sağlığından da söz edilmez (ismi ruh anlamındaki Yunanca psykhe sözcüğünden gelen bir bilim dalının bu ironisini takdirinize bırakıyorum). Mental health kavramı da aslında, modern teorinin kabulleri doğrultusunda, zihin sağlığıdır. Buna belki akıl sağlığı da demek mümkün (ya da belki de değil, belki akıl ile zihin farklı şeyler, gördüğünüz üzere bir sorun daha çıktı). Ama günümüzde biz bunu Türkçede, biraz da hatalı olarak, ruh sağlığı olarak karşılıyoruz. İşte bu da yine çeviride sorun yaratan bir unsur. Bunun gibi nice örnek saymak mümkün; mesela obsession kavramı. Nasıl karşılamalı? Obsesyon? Takıntı? Saplantı? Çünkü hepsi doğru. O halde neye göre tercih yapacağız? Resmi tanı kitabı olan DSM’nin çevirisini mi baz alalım? (Dahası, hangi DSM’yi baz alalım? Çünkü en güncel versiyon olan DSM-V, ölü doğmuş bir bebek olarak nitelendiriliyor ve alanda çalışan uzmanların çoğu onu dikkate almıyorlar). Haydi teknik metinleri resmi kitaplardan birini baz alarak çözdük diyelim, bir de teknik olmayan metinler var, onlarda nasıl bir yol izlemeli?


Sorun 4: Teknik dil mi, gündelik dil mi?


Kitabevlerinde okurla buluşan Psikoloji kitaplarının büyük bir kısmı akademik/bilimsel bir tabana oturtulmuş fakat gündelik dille kaleme alınmış metinler. Bu doğrultuda, çeviride de salt teknik bir dil kullanmak çoğu zaman mümkün olmuyor ama, bir yandan da, anlatımı gündelikleştirmek adına doğru karşılıkları tercih etmekten de ödün vermemek gerekiyor. Ve bu ikilemin içinden çıkmak hayli güç. Yine bir örnekle açıklayayım: Self kelimesinin karşılığı nedir? Benlik? Kendilik? Ya da bambaşka bir şey? Söz konusu bir psikanalitik teori metni olsa, rahatlıkla kendilik derim çünkü benlik, egonun karşılığı olarak kullanılıyor (ki ben ikisini de problemli buluyorum, ama bu tartışmayı başka bir yazıya bırakacağım). Peki gündelik dilde kendilik dediğimizde kimse bir şey anlıyor mu? Bence, hayır. O zaman nasıl yapacağız? Benlik desek? Ama ya ego anlaşılırsa? Anlaşılır mı?


Elbette, başta bu son örnek olmak üzere örneklerin hemen hepsini belki birden fazla maddeye dahil etmek mümkün. Terminolojik karşılıklardaki karmaşa, gündelik dille aradaki farklar, alanın getirisi olan nüanslar, farklı kuramcıların kavramları kendine göre eğip bükmesi derken sahiden de karmaşık bir çeviri sorunsalıyla karşı karşıya kalıyoruz. Hal böyle olunca da, dışarıdan bakıldığında belki ‘depresyon, özgüven, şu, bu, ne kadar zor olabilir ki?’ dediğimiz bir kitapta anlamı doğru aktarabilmek için öngörmemizin mümkün olmadığı sayıda engelin üzerinden atlama mecburiyeti doğuyor.


Tüm bu sorunları kısa vadede çözmenin mümkün olduğunu sanmıyorum fakat Psikoloji çevirilerini bu şekilde sorunsallaştırarak üstüne düşünmeye başlamanın önemli bir adım olduğuna inanıyorum. Örneğin Cemal Dindar bunu Freud’un yepyeni bir terminolojiyle çevrilmesine vesile olarak yapıyor; Ben ve O’da çok güzel de bir tartışma metni kaleme almış, ona da ayrıca bir yazıda değinmek isterim. Yine mesela Psike İstanbul’un internet sitesindeki psikanaliz terimleri sözlüğü var; yıllar içinde kendi içlerinde uzlaştıkları Türkçe karşılıkları burada veriyorlar.


Bağlam’ın önümüzdeki sene için Vocabulaire de la Psychanalyse‘in Türkçesini hazırladığını duydum ki bambaşka bir boyut katacaktır eminim terminoloji meselesine. İşte ben de bu blogu açarak bu tartışmaya bir yerinden dahil olmak istedim. Bir çözümüm veya bir cevabım olduğunu iddia etmiyorum, hakikat vaadinde bulunduğum düşünülsün istemem, yalnızca düşünmek ve düşüncelerimi olabildiğince eş zamanlı olarak aktarabilmek amacıyla buradayım. Kısa veya uzun vadede bunlar birikir, kendi yolunu bulur, yeni fikirlerle etkileşime geçer ve nihayetinde güzel bir şeylere vesile olursa, ne mutlu bana.

39 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page