(Bu yazı ilk olarak 26 Haziran 2017'de artık tarihe karışan eski blogum alfaislevi.com'da yayınlanmıştı.)
Şu sıralar İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın Psike İstanbul Kitaplığı dizisi için Salman Akhtar’ın Sources of Suffering kitabının çevirisiyle uğraşıyorum.
160 sayfalık bu ufak kitaba ilk göz attığımda çevirisinin hayli kolay olacağını düşünmüştüm çünkü metinde belli başlı bazı duygular psikanalitik teoriler çerçevesinde ve klinik bağlamda tartışılıyordu − hiç de yabancısı olduğum bir alan değildi kısacası. Hızlıca bitiririm, su gibi akar demiştim.
Oysa evdeki hesap çarşıya tabii ki uymadı ve işin içine girince sık sık kendimi ekrana uzun uzun bakıp nasıl olacak da olacak diye düşünürken buldum. Zihnimin labirentlerinde dönüp dururken gördüklerimin bir kısmını da buraya taşımak istedim.
Yalnız, altını çize çize belirtmek istediğim bir husus var: Bu yazı da dahil bu blogdaki paylaşımlarımı dilbilim penceresinden değil, her gün insanların kullandığı sözcükler üzerinden metafor okuma, ruh çözümlemesi yapma pratiğiyle haşır neşir bir psikoterapist gözüyle yazıyorum. Okurken de o gözle okunması, en az farklı bakış açılarından gelecek katkılar kadar mutlu edecek beni.
Defterime not düştüğüm başlıkların tek yazıya sığması pek mümkün görünmediğinden ve uzun bir aradan sonra bloga yeniden yazacak olmanın şevkine kapıldığımdan, bu meseleleri bir yazı dizisi olarak paylaşmaya başlıyorum.
I AM SORRY
Gündelik dilde geçtiğinde duruma göre özür dilerim veya üzgünüm diye çevirebildiğimiz basit bir cümle. Buraya kadar tamam. Fakat bu cümleyi başlı başına meseleleştiren bir metni çevirmeye çalıştığınızda çok sıkıntı yaratıyor. Zira aslında bu tabirin (en azından benim tespit edebildiğim) birkaç farklı kullanım alanı var ve bunlar Türkçeyle tam olarak örtüşmeyebiliyorlar.
Bu kullanım alanlarını şöyle özetleyebilirim:
Cümlenin en temel anlamıyla, kendinizi üzgün hissettiğinizi ifade etmek için kullanılan I am sorry;
Hata yaptığınızda (ve yakalandığınızda/itiraf ettiğinizde) hatanın muhatabına söylediğiniz I am sorry;
Ortada söyleyen açısından bir kabahat/üzüntü olmasa da karşı tarafa empati duyulduğunu belirtmek için kullanılan, genellikle durumun çaresizliğini anlatan, bir nevi “sıkıntını anlıyorum ama elden ne gelir ki… ” anlamındaki I am sorry;
Özellikle başkasının başına gelen kötü bir olayın (vefat, ayrılık vb.) haberi alındığında karşı tarafa acısını paylaştığını göstermek amaçlı söylenen, bir üst maddeyle benzeşse de bağlam itibariyle ufak bir fark taşıyan I am sorry.
Aslında bunların her biriyle ilgili söylenebilecek şeyler var ama ben burada sadece ikinci anlam üzerine düşüncelerimi açmakla yetineceğim. Yine de Türkçedeki üzgünüm veya özür dilerimin bunların hepsini kapsamaktan uzak düştüğüne dikkat çekmekte fayda görüyorum. Edebiyat çevirilerinde veya genel olarak daha serbest hareket edebildiğimiz metinlerde elbette duruma göre bir karşılık seçmek mümkün, ama cümlenin kendisi bir tür terim gibi kullanıldığında (yani benim durumumda) bu iki sözcük yeterli bir çözüm olmuyor ne yazık ki.
Bir kabahat işlediğinizde kullandığınız (2 numaralı) I am sorry tabirini “af dileme amaçlı” I am sorry diye özetleyesi geliyor insanın, ama gelin görün ki dil forumlarında biraz dolandığımda bu tabiri af dilemekten ziyade (çünkü bunun için please forgive me minvalinde ek cümleler var) sorumluluk alma üzerinden açıkladıklarını gördüm. Basit bir örnek üzerinden düşünelim:
Çocuk top oynarken vazoyu kırar. O esnada annesi içeri girer. Çocuk annesine bakar ve I am sorry der.
Şimdi bu örnek bir hikâye kitabında geçiyor olsa muhtemelen %90 özür dilerim diye çevrilecektir, ki hatalı da olmayacaktır bu. Öte yandan, buradaki bağışlanma dileği ancak örtülü bir dilek; hatta bizim mevcut olduğunu varsaydığımız bir dilek bu. Aslında çocuğun yaptığı vazoyu kıranın kendisi olduğunu kabul etmek ve bunun yanlış bir davranış olduğunun farkında olduğunu bize bildirmek. Bir de, belki, bunu yapmamış olmayı dilediğini, bundan üzüntü duyduğunu söylediğini öne sürebiliriz. Peki bağışlanmayı dilemek? Neyden bağışlanmayı mesela tam olarak?
Bağışlamak veya affetmek, kabaca, kişiyi olumsuz bir davranışı karşısında normal koşullarda uygulanması gereken yaptırımlardan azade etmek anlamına geliyor. Bu tanım bana ait, ama sözlük anlamlarına yakın düştüğüne inanıyorum. Kubbealtı Lugatı’ndan örneklendirmek gerekirse:
Bağışlamak
(…)
(-i) Cezâ vermemek, affetmek: O zaman en tatlı bir yalvarışla / Sokulup dedi ki beni bağışla (Orhan S. Orhon). Öp konsolosun elini, seni bağışlasın (Burhan Felek). 4. (Allah bir kimseyi) Öldürmeyip sevdiklerine bırakmak, hayatta kalmasına izin vermek: “Allah hastamızı bize bağışladı.” Tanrı’ya hamdederim, hâkānı bağışladı (Fâruk N. Çamlıbel).
Affetmek
(Günah, kabahat, suç ve kusûru) Bağışlamak: Beni affet, suçluyum, mücrimim (Refik H. Karay). Bütün günahlarımı affetmiş sanki Tanrım / Duyuyorum kalbimde tadılmamış sevgiyi(Ziyâ O. Sabâ). 2. Hoşgörü ile karşılamak, hoş görmek, mâzur görmek: Affeyle hatâ ederse gâhî / Bir cezbeli şâirin ilâhî(Muallim Nâci). Bir güvercin hüznünde susan geçmiş zamanlar / Affedin beni daldığım oluyorsa eğer (Câhit S. Tarancı).
Buradaki yaptırım, bazı hakların elinden alınması gibi somut türden olabileceği gibi, ilgiyi/onayı geri çekme gibi daha ilişkisel bir boyutta da olabilir. Örneğe dönersek, çocuğun ceza almak istemediğini (top oynamam yasaklanmasın, annem bana küsmesin) ve dolayısıyla I am sorry‘nin bir affedilme çağrısı taşıdığını varsaymak akla yatkın. Öte yandan, özellikle yetişkin dünyasında, bunun geçerli olmayabileceği koşullar olduğunu düşünüyorum. Yanlış bir şey yaptığımızda illa karşı tarafın bizi affetmesini istemeyebiliyoruz. Hatta bazen, tam tersine, keşke bana gereken cezayı verse de vicdan azabım (bu da sonraki yazılarda ele alacağım bir diğer başlık) biraz hafiflese, diye düşünebiliyoruz. O zaman belki de af dileği salt cezalandırılmama talebinden ibaret değildir. Tabii madalyonun diğer yüzünde bir de üzgün olmadığımız halde özür dilediğimiz durumlar var. Her I am sorry gerçek bir üzüntü ifadesi olmadığı gibi, her özür talebi de içeride gerçekten suçlu hissettiğimiz anlamına gelmeyebiliyor.
Dolayısıyla, şöyle bir yere varıyorum: İngilizcede bir kabahatten dolayı af dilerken, hadiseden duyulan üzüntü ön plana çıkarılıyor. Oysa bu durum bizim özür dilerim, kusura bakma ve hatta pardon gibi tabirlerimiz için geçerli değil. Yani bizim dilimiz, olayın bireydeki izdüşümlerini atlayıp doğrudan “konuyu çözmeye” geçiyor. Bir şey yaptım, cezalandırılmak istemiyorum, hoş gör (yine, karşı taraftan bir talepte bulunan bir yakın sözcük). Bundan dolayı pişman olup olmamam, kendimi gerçekten kabahatli hissedip hissetmemem, sende yarattığı hasara dair iç yaşantım gündem dışı. Sen beni cezalandırma, yeter.
Elbette bu tür tekil örnekler üzerinden sorduğum soruları dilin insan yaşantısını temsiline ilişkin büyük büyük çıkarımlara genellemek değil niyetim. Başta da belirttiğim üzere, dikkatimi çeken noktalara not düşmekten öte bir amacım yok. Yine de, ilginçtir, somut koşullar odaklı olma diye özetleyebileceğim bu durum sanıyorum ki I am sorry örneğinden ibaret değil; zira, duygularla ilgili diğer meselelerde de karşıma çıktı. Onları da takip edecek yazılarda ayrıca anlatacağım. Pek yakında 🙂
Comentarios