(Bu yazı, ilk olarak Doğu-Batı dergisinin 87 numaralı Kasım, Aralık, Ocak 2018-19 sayısında yayınlanmış olan aynı başlıklı makalenin kısaltılmış ve kısmen gözden geçirilmiş bir biçimidir.)
Bilhassa yabancı bir lisan bilmeyenlerin Froyd’u bir dedikodu gibi yalnız kulaktan öğrenir olmaktan kurtulmaları lâzımdır.
Ord. Prof. M. Şekip Tunç
Elizabeth Roudinesco (2016) her ülkenin kendi Sigmund Freud’unu yarattığını; Freud’un eserlerinin her satırının farklı şekillerde yorumlandığını söyler ve bugün dahi Freud’un gerçekte kim olduğunu anlamakta zorlandığımızı belirtir. Roudinesco’nun daha çok tarihsel bağlam vurgusuyla yaptığı bu tespiti çeşitli dillerdeki Freud çevirileri üzerinden de düşünebilir, başta Anglofon ve Frankofon ülkelerde ve elbette Türkiye’de farklı Freudlar okunduğunu, tartışıldığını öne sürebiliriz. Bu makalede farklı dillerdeki başlıca Freud çevirilerine ilişkin tartışmaları ele alacak ve bu çevirilerin o dilin düşünce kültürüyle ilişkisini göstermeye çalışacağım.
İngilizleşen Freud: The Standard Edition
Freud çevirisi dendiğinde akla herhalde ilk olarak, James Strachey’nin editörlüğünde hazırlanan The Standard Edition (SE) gelir. 1948’de SE’nin genel editörlüğü görevini üstelenen James Strachey, gerek kendisinin gerekse Joan Riviere gibi diğer isimlerin 1920’lerde yaptığı çevirileri elden geçirmeye başlar. Anna Freud (1974, akt. Ornston, 1992), nihayetinde ortaya çıkan ürünün “yazarın orijinal metni ile şaşırtıcı bir rekabete [girecek] kadar başarılı” olduğunu söyler. Sahiden de, barındırdığı çok sayıda açıklayıcı not, biyografik bilgi ve ileri okuma önerisi itibariyle SE’nin Freud’un toplu eserlerinin Almancadaki karşılığı olan Gesammelte Werke’den daha iyi bir editoryal çalışma olduğu görüşü halen yaygındır (Gerzymisch-Arbogast, 2004). 1966’da Strachey, SE’nin ilk cildinin çevirisinden dolayı Schlegel-Tieck Ödülü’ne layık görülür ve ertesi yıl, 80 yaşında yaşamını yitirir.
Tüm bu övgülere mazhar olan ve bugün dahi ismiyle müsemma standart bir metin olarak kabul gören SE yayınlandığı tarihten itibaren çok sayıda eleştirinin de hedefi olmuştur. 1961’de Brandt, Strachey’nin muhtelif terimlere getirdiği İngilizce karşılıklara ilişkin kapsamlı bir eleştiri metni kaleme alır. 1982’de Bruno Bettelheim, o güne dek SE’ye getirilmiş eleştirilerin büyük bir kısmını bir makalede toplar ve ardından bu makaleyi genişleterek 1984’te kitap olarak yayınlatır. Bu kitabın önsözünde “Freud’un yazılarının İngilizce çevirileri önemli açılardan ciddi ölçüde kusurludur ve gerek Freud’a gerekse psikanalize dair yanlış çıkarımlara neden olmuştur,” diye öne sürer (s. 5). Bettelheim’a göre Strachey’nin çevirileri fazla bilimsel bir ton taşır; kullanılan teknik terminoloji Freud’un “hümanist” yaklaşımını kaçırır ve çarpıcı betimlemelerini tıbbi jargona indirger. Benzer eleştirilerin çoğalmasıyla birlikte, SE’nin vasisi olan Londra’daki Psikanaliz Enstitüsü 1989’da bu konuda bir sempozyum çağrısında bulunur ve nihayetinde çevirinin gözden geçirilmiş bir versiyonunun yayınlanması kararlaştırılır. Bu çalışmanın editörlüğünü yürüten Mark Solms, 2018’de International Journal of Psychoanalysis’de yayınlanan yazısında gözden geçirilmiş SE’nin basılmak üzere olduğunu müjdelemişse de bu makalenin yazıldığı Ekim 2018 itibariyle kitaplar henüz satışa çıkmamıştır.
Yayınlanmasından bu yana geçen 40 yılı aşkın süreçte SE’ye getirilen temel eleştiriler iki ana başlık altında toplanabilir (1).
Terminoloji ile ilgili eleştiriler
Strachey çevirileriyle ilgili en sık dile getirilen sorunlardan biri, Freud’un terimlerine getirdiği karşılıkların anlamı bazen farklı bir yere çektiği, bazen de isabetsiz veya hatalı olduğu yönündedir. Ayrıca Strachey’nin pek çok noktada Freud’un kullandığı muhtelif sözcükleri tek bir sözcüğe indirgeyerek farklı tasvirleri belli bir terim altında toplamaya çabaladığı anlaşılmaktadır. Hem metni İngilizce okuru için daha anlaşılır kılmak hem de, Ernest Jones’un da yönlendirmesiyle, Freud’a daha tıbbi, “bilimsel” bir ses kazandırmak için yapılan bu tercihlerin nihayetinde SE’de “ehlileştirilmiş bir Freud” ile karşılaşmamıza sebep olduğu iddia edilir (Junker, 1992). Almancanın çokkatmanlı anlam yapısı ve Freud’un bu dili ustalıkla kullanması itibariyle bu alandaki eleştirilere sayısız örnek vermek mümkündür. Ancak bu makalenin kapsamından dolayı yalnızca en tartışmalılardan üçüne değinmekle yetineceğim.
Ich, Überich, Es: Almancada birebir çevirisiyle “ben, üstben ve o” anlamına gelen bu kavramlar bilindiği üzere Freud’un kuramının temel parçalarındandır. Strachey bunları İngilizcedeki doğrudan karşılıkları ile, örneğin I, over-I, it biçiminde, kullanmak yerine Latincede aşağı yukarı aynı anlamlara gelen ego, superego, id sözcüklerini tercih etmişse de, bu terminoloji kendi icadı değildir. 1927’de Joan Riviere, Freud’un meşhur “Das Ich und Das Es” makalesini, Ernest Jones’un da desteğini alarak, “The Ego and the Id” olarak çevirmiştir. Gelgelelim, Ich sözcüğünün İngilizce çevirisine ilişkin sorunlar Strachey’den ve hatta Freud’dan öncesine dayanır. Kadim bir felsefi ve psikolojik terim olan Ich’in çevirisinde ego genellikle standart karşılık olarak kullanılmaktadır (Wilson, 1987). Öte yandan, Freud’un Ich sözcüğünü bazen İngilizce self yani “kendi(lik)” anlamında, bazen ise daha dar bir anlamda, zihnin düzenleyici yapısına istinaden kullanması dolayısıyla ego teriminin seçiminde bir anlam yitimi olduğu düşünülmektedir (Solms, 2018).
Bu çeviriye getirilen itirazlarda, Latince terim tercihinin dönemin medikal jargonuna yaklaşma ve böylelikle psikanalizin bilimselliğini daha ikna edici hale getirme ihtiyacından doğduğu kanısı hâkimdir (Crick, 1989). Ayrıca, Freud’un basitçe “ben” dediği bir şeyi ego olarak aktarmanın onu dışsallaştırma gibi bir yan etkisi olabilir. Freud’un ben, üstben gibi isimler aracılığıyla şahsi bir nitelik kazandırdığı kavramlara istinaden kullanılan Latince terminoloji, bu kavramları kişiye yabancılaştırır, araya entelektüel bir duvar koyar (Brandt, 1961). Freud da Yunanca terimler yerine Ich ve Es gibi basit zamirler tercih etmesinin gerekçesini açıklarken “Genellikle zeki olmakla beraber bazen eğitimli olmayabilen hastalarımız kuramlarımızı anlayabilmelidir,” demiştir (Bettelheim, 1984). Dahası, kökeni Nietzsche’nin yazılarına dayanan özellikle de Überich ve Es kavramlarının Latince sözcüklerle karşılanması, aradaki bu bağın (örn. Übermensch–Überich) kaybolmasına neden olur (Kaufmann, 2009). Tüm bunlara ve o dönem İngiliz psikanalist John Rickman gibi isimlerin itirazlarına rağmen, nihayetinde 1920’lerde psikanalizin İngiliz tıp camiasında kabul görmesi için savaş vermekte olan Ernest Jones’un dediği olmuş ve 1927’de yayınlanan Riviere çevirisinde Freud’un kolay anlaşılır gündelik sözcükler kullanma mantığına ters düşen id, ego, superego karşılıkları kullanılmıştır (Makari, 2008).
Besetzung: Strachey’nin yine başka bir dilden, Yunancadan ödünç alınan cathexis sözcüğü ile karşıladığı bu kavramın çevirisi en sık itiraz edilenlerden biridir. Sözlükteki Türkçe karşılığı “işgal” olan Besetzung hem, örneğin, bir ülkenin başka bir ülkeyi işgal etmesi anlamına hem de “yer işgal etme, yer kaplama” anlamına gelir. Cathexis sözcüğünün ise İngilizce sözlükteki tek tanımının “zihinsel veya duygusal enerjinin bir kişiye, nesneye veya fikre yatırılması” olması ve ilk olarak 1922’de yine bu anlamda kullanıldığının kaydedilmesi (2), bu sözcüğün tamamen Besetzung’a karşılık olarak ithal edildiğini, o dönemde veya sonrasında İngilizcede herhangi bir başka kullanım alanı bulamadığını düşündürür. Dolayısıyla, her şeyden önce, Freud’u Almanca okuyan bir okurda Besetzung’un yaratacağı görsel ve deneyimsel çağrışımları cathexis sözcüğünün yaratması mümkün değildir; dahası, mevzubahis tarihçesi itibariyle herhangi bir çağrışım yaratıp yaratmayacağı dahi meçhuldür. Freud’un regresyon ve fiksasyondaki libidinal hareketleri tartışırken kullandığı saldıran/geri çekilen askerler metaforu bağlamında düşünüldüğünde buradaki kayıp daha da belirgin hale gelir (Nash, 1962). Michael Balint (1959, akt. Solms, 2018), Strachey’e yazdığı bir mektupta tam da bundan yakınır: “… ben bunu [Besetzung sözcüğünü] düşman saldırısına karşı silahlarını doğrultarak kalelerini savunan küçük cesur bir müfreze ile ve, buna paralel olarak, mesela Almanların Fransa’da yaptığı gibi veya Rusların şu an Macaristan’da yapmakta olduğu gibi içe dönüp halkı bastıran bir ordu ile ilişkilendiriyorum. Oysa İngilizcede aynı anlamda kullanılan ‘cathexis’ terimi bende bunları uyandırmıyor”. Freud da Strachey’nin bulduğu bu karşılıktan memnun kalmadığını açıkça ifade etmiştir (Erwin, 2002) (3).
Joan Riviere alternatif olarak investment (yatırım) sözcüğünü kullanır; bu karşılık günümüzde hâlâ yaygın olarak tercih edilmektedir. Ne var ki bu sözcüğün taşıdığı ekonomik anlam Besetzung’da bulunmaz. Besetzung’un İngilizcedeki sözlük karşılığı olan, Brill’in de tercih ettiği occupation sözcüğünün ise aynı zamanda “meslek, iş” anlamına da gelmesi itibariyle uygun olmayacağı öne sürenler olduğu gibi (Holder, 1992), “zihinsel meşguliyet” anlamındaki preoccupation’a benzerliği nedeniyle isabetli bir tercih olacağını düşünenler de mevcuttur (Erwin, 2002).
Trieb/Instinkt: Freud’un beş ayrı metinde instinkt’i (içgüdü) ayrı bir sözcük olarak kullanmasına rağmen Strachey instinkt’i, Trieb’i (dürtü) de kapsayan bir çatı terim kabul ederek ikisini birden “instinct” (içgüdü) olarak çevirmiş ve bu nedenle epeyce saldırıya uğramıştır. Trieb’i “içgüdü” olarak karşılamanın yanlış olduğunu savunanlardan biri olan Brandt (1961) bunu şöyle gerekçelendirir: “İngilizcedeki türdeşi ‘drive’ [dürtü] gibi, Trieb de eylem, hareket ve enerji kavramlarını bünyesinde barındırır. Herhangi bir yöne işaret etmez. Duygusal bir aciliyet taşımaz; yalnızca türevleri bilince çıkabilir. Instinct (içgüdü) ise aktif bir güce değil, bir eğilime istinaden kullanılır. Yönden de tamamen azade değildir; ne de olsa, kuşlar onlara yön gösteren içgüdüleri sayesinde göç ederler” (s. 337-338). Laplanche ve Pontalis (1967) de, Vocabulaire de la psychanalyse’de Trieb-Instinkt farkını ayrı bir başlık altında uzun uzadıya tartışarak Brandt ile benzer bir noktaya değinir; Trieb’in treiben (itmek) kökenini hatırlatarak bunun kişiyi bir amaca doğru iten genel bir baskıya işaret ettiğini, ancak burada hedeften çok kişinin üstünde etkili olan gücün karşı konulamaz niteliğinin ön planda olduğunu, Instinkt’i ise Freud’un daha ziyade hayvanlara istinaden kullandığını ve Trieb’i bunun insandaki karşılığı olarak görmediğini savunurlar. Zaten, Kistner’a (2016) göre, iki kavram arasındaki farkı asıl ön plana çıkaran bu Fransız yazarlar olmuş, Freud’un üstünde durmadığı anlaşılan bu ayrımı onlar detaylandırmışlardır.
Strachey ise, Trieb’e o dönemde de önerilen drive karşılığını “İngilizce olmadığı” gerekçesiyle reddetmiş, Freud’un 5-6 defa instinkt sözcüğünü kullanmış olmasına büyük bir önem atfetmemiş ve kendisini eleştirenlerin drive sözcüğünü olsa olsa görüntü itibariyle Almanca karşılığına benzediği için yeğlediğini savunmuştur. Gelgelelim, Bettelheim’ın (1984) Strachey’e verdiği isabetli yanıtta belirttiği üzere, parapraxis ve scopophilia gibi sözcükler icat eden bir çevirmenin drive’ı yeterince İngilizce bulmaması pek de ikna edici bir argüman değildir. Strachey’nin aksi yöndeki tercihine rağmen geçen yıllar içerisinde drive karşılığı İngilizce yazında giderek yaygınlaşmış ve gündelik dilin bir parçası haline gelmiştir. Solms (2018) da bu doğrultuda, gözden geçirilmiş SE’de Trieb’in karşılığının drive olarak değiştirildiğini belirtir. Gelgelelim, Solms aynı zamanda Trieb’i instinct olarak çevirmenin Strachey’e özgü bir durum olmadığını, ondan önce de bazı yazarların bu karşılığı kullandığını, dolayısıyla belki de Laplanche ile Pontalis’in bahsettiği ayrımın yirminci yüzyılın başında bugünkü kadar net olmayabileceğini söyleyerek selefini savunmayı ihmal etmez.
Üslup ile ilgili eleştiriler
Strachey çevirilerinin Freud’un diline fazlaca tıbbi bir resmiyet kazandırdığı eleştirisi terminolojik tercihler kadar üsluba da dayanır. 1989’da Londra’daki Psikanaliz Enstitüsü’nün çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda psikanalist, editör, dilbilimci, çevirmen ve filozof iki buçuk gün boyunca Strachey çevirisi üzerine tartışır ve şu sonuca varırlar: Freud’un eserlerinin klinik-bilimsel yanlarına ağırlık veren SE, Freud’un metinlerinde analiz ile drama, kanıtlarla gösterme ile metaforlarla açıklama, tartışma ile hikâye anlatımı arasındaki maksatlı geçişlerde kendini belli eden dinamik, çok sesli tarza ve bu tarzın yansıttığı bilimsel olma ile hümanist olma arasındaki gerilime haksızlık etmektedir (Crick, 1989).
Strachey’nin tarzını “fazla tutarlı, fazla İngiliz” bulan Gilman (1991) bu çevirilerden dolayı Freud’un bizim zihnimizde “İngilizleştiğini” öne sürer (s. 339). Benzer şekilde, Junker de (1992) Strachey’nin seslendirdiği Freud’un kulağa aslından çok daha güvenilir ve hatta doğru geldiğini belirtir. Freud görece müphem bir fikri izah etmek için farklı ifadeler kullanırken, Strachey bunları tek bir kavrama indirgeme, bir anlamda Freud’un düşüncesini yapılandırma eğiliminde olmuştur. Bu uğurda, Freud’un anlatımında sıkça yer verdiği metaforların da kaybolduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, Freud bilinçdışındaki bastırılmış malzemeye erişime istinaden “açılma”, “açıklığa kavuşturma”dan tutun da “Aydınlanma”ya kadar geniş bir anlam yelpazesine sahip olan Aufklärung sözcüğünü kullanmış, Riviere buradaki imgeyi nispeten korumak adına “ışık tutma” karşılığını tercih etmiş, ancak nihayetinde Strachey bu çeviriyi “bilgi edinmek” olarak değiştirmiştir (a.g.y., s. 55). SE’ye yazdığı önsözde Strachey de biçimsel zerafet ile isabetlilik arasında düştüğü ikileme değinir. Anlaşılan, gerek bazı noktalarda Freud’u anlamanın zorlaşması gerekse Freud’un kullandığı dildeki inceliklerin bir kısmının İngilizceye aktarılmasının mümkün olmadığına inanması nedeniyle bazı kavramları tek potada eritmiş, bazı imgelerin kaybolmasına izin vermiş ve dili yer yer yorumlayarak sadeleştirmiştir. Dolayısıyla Freud’un çok daha imgesel, çağrışımlara daha fazla yer bırakan dili Strachey’nin bu gibi küçük müdahaleleriyle okunması, anlaşılması belki daha kolay olmakla beraber daha yavan bir metin doğurmuştur. Strachey’nin ikilemi ile kuşkusuz diğer çevirmenler de karşılaşmışlardır. Gelgelelim bazıları, örneğin Fransızca çevirmenleri, ondan daha farklı bir yol izlemiştir.
Freudcu bir Fransızca: Œuvres complètes
J.-M. Quinodoz (2010), tıpkı Strachey’nin çevirilerinin Freud’u “İngilizleştirmesi” gibi, Fransızca çevirilerin de Freud’u nasıl “Fransızlaştırdığının” tarihsel bir özetini yapar. 1920’lerde özellikle de Marie Bonaparte’ın teşvikiyle Fransızcaya kazandırılmaya başlanan Freud metinlerinin çevirmenleri bir hayli “serbest” hareket ederler. Fransız psikiyatrisine egemen olan nörolojik yaklaşım, Descartesçı felsefi gelenek, I. Dünya Savaşı’nın ardından yükselen milliyetçilikle birlikte “Alman” tınılı fikirlere yönelik şüpheci tutum gibi koşullar çevirmenleri Freud’u mümkün mertebe “Fransızlaştırma”, yine Quinodoz’un tabiriyle à la française bir psikanaliz yaratma yoluna iter. 1927’de Fransızca psikanalitik terminoloji üzerine tartışmak amacıyla toplanan komite Besetzung (investissement), Trieb (pulsion), Ich (le moi), Es (Freud’a da danışarak; le soi) gibi başlıca terimlerin çevirisi üzerinde uzlaşı sağlar. II. Dünya Savaşı patlak vermeden, Freud’un 22 ciltlik eserlerinin 18 cildi ve 30’a yakın makale Fransızcaya çevrilmiş olur. 1950’lerin ortalarına gelindiğinde eksiklerin de tamamlanmasıyla Freud’un tüm metinleri Fransız okurların erişimine açık hale gelir. Ne var ki, bu çevirilerde ciddi sıkıntılar söz konusudur. Bazı terimler yanlış çevrilmiş, bazı paragraflar atlanmış, kimi cümleler hatalı yorumlanmıştır. Quinodoz, 50 yılı aşkın süre dolaşımda kalan bu çevirilerin sorunlu bir Freud anlayışı yerleştirdiğini, bunun izlerini silmenin pek kolay olmadığını belirtir ve buna Samuel Jankélévitch’in Das Ich und Das Es (Le moi et le soi) çevirisinden iki örnek verir. Das Es’e istinaden kullanılan le soi İngilizcedeki self, Almancadaki selbst (Türkçede kendi(lik)) sözcüklerine karşılık gelmektedir. Bu da, yarattığı terminolojik kafa karışıklığının yanı sıra, Freud’un yapısal kuramını anlamayı epeyce zorlaştırmış ve Fransız psikanalistlerin bu kavramlara mesafeli yaklaşmasına sebep olmuştur. Bir de üstüne Lacan’ın Freud okumalarının büyük oranda 1896-1915 yılları arasındaki metinlere odaklanması ve Ego Psikolojisi’ne yönelik eleştirileri eklenince, ego, id ve süperego arasındaki çatışmalar Fransız düşüncesinde hayli geri plana itilmiştir. Aynı çeviride Idealich (ideal ego) ile Ichideal’i (ego ideali) birbirine karıştıran Jankélévitch, ideal egonun Oidipus kompleksinin vârisi olduğunu aktarır; oysa Freud bu mirasın ideal ego değil, ego ideali (yani süperego) olduğunu söyler. Bu hatalı çeviriden, Oidipus kompleksinin vârisinin narsisizm (yani ideal ego) olduğu kanısı doğar ve bunun yankıları uzunca bir süre duyulur. Öyle ki, 1975’te, yani Jankélévitch’in çevirisinin yayınlanmasından 50 yıl sonra, görüşlerini bu çeviriye dayandıran Janine Chasseguet-Smirgel aslında ideal ego ile ilgili konuları ele aldığı kitabına L’ideal du moi (Ego İdeali) başlığını koyar.
SE’ye benzer derli toplu bir Fransızca Freud külliyatı oluşturmak için 1950’lerin ortasında J. Laplanche, J.B. Pontalis ve A. Bourguignon önderliğinde bir çalışma başlatılsa da, mevcut çevirilerin elden geçirmenin öngörülenden fazla zahmetli olduğu ortaya çıkar ve toplu eserlerin ilk cildi 15 yılı aşkın bir süre boyunca yayınlanamaz. Bu sürecin ilk büyük ürünü Laplanche ve Pontalis’in (1981) imzasını taşıyan Vocabulaire de la psychanalyse olur. Toplu eserleri planlandığı gibi yayınlamak bir türlü mümkün olmayınca, Laplanche ve Pontalis’in o güne dek çevirdikleri veya üstünde çalıştıkları kitap çevirilerinin ayrıca yayınlanması, toplu eserler çalışmasının ise Presses Universitaires de France’a devredilmesi kararlaştırılır. Böylelikle, Bourguignon ve Cotet önderliğinde, Laplanche’ın bilimsel editörlüğünde yeni bir çevirmen ekibi kurulur. 1988’de SE’nin Fransızcadaki karşılığı diyebileceğimiz Œuvres complètes’te Freud’un ilk cildi yayınlanır. Uzun yıllardır beklenen bu çalışma, okurla buluştuğu günden itibaren hararetli tartışmaların da fitilini ateşler.
Eleştirilerin en temel gerekçesi, Strachey’nin tam tersi bir yol izleyerek Freud’un dilini olabildiğince muhafaza etmeye çalışan çevirmenlerin yaptıkları uyarlamaların nihayetinde Fransızcaya benzemeyen öğelerle bezeli bir metin ortaya çıkarmış olmasıdır. Orijinal metne son derece sadık kalındığı aşikârdır ancak bu uğurda hedef dil, yani Fransızca okuru ihmal edilmiş gibidir. Öyle ki, örneğin Colette Chiland (1988, akt. Quinodoz, 2010), bazı kısımların Fransızca olmadığını, hatta editörlerin öne sürdüğü gibi Freudcu bir Fransızca bile olmadığını, bu dile “Laplancheca” demenin daha doğru olacağını öne sürer. Bir yıl sonra, editör komitesi Traduire Freud (Freud’u Çevirmek) adında bir kitap yayınlayarak eleştirilere hayli kapsamlı yanıtlar verir (Bourguignon vd., 1989). Bazı kararlar vermenin çevirinin doğasında olduğunu, kendilerinin de Fransızca okuruna Almanca okurlarının sahip olduğuna benzer bir özgürlük alanı açmayı hedeflediklerini söyleyen bu yazarlar, Freud’un didaktik tarzının yanında güçlü bir edebi yatkınlık da taşıdığını, bu ikisi arasındaki gelgitin metinlerine yansıdığını, kendilerinin de bunu çeviride olabildiğince yakın biçimde aktarmaya çalıştıklarını belirtirler (Laplanche, Cotet ve Bourguignon, 1992). Dolayısıyla da ortaya, bir nevi sadeleştirilmiş Freud olarak nitelenen Strachey çevirisinden hayli farklı bir sonuç çıkmıştır. Quinodoz (2010) da, dilin yabancılığıyla ilgili tüm bu eleştirilere rağmen, Œuvres complètes çevirilerinin öneminin yadsınmaması gerektiğini, diğer yayınevlerinden çıkan “doğal Fransızca” çeviriler ile farklı okur kitlelerine hitap ettiklerini ancak tam da bu nedenle iki yaklaşımın da değerli olduğunu savunur.
Farklı çevirilerin her halükarda değerli olduğu ve okura katkı sağlayacağı tesellisi, Türkçe çevirileri tartışmaya açmak için elverişli bir noktadır.
Yamalı Bohça: Freud Türkçede
Türkçedeki Freud çevirilerini, psikanalizin ülkemizdeki tarihinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Freud’un düşünceleri Avrupa’da hızla yayılırken bu etkinin Türkiye’ye de ulaşması kaçınılmaz olmuş, Freud ile ilgili tartışmalar özellikle de tıp çevrelerinde hayli erken başlamıştır. Gelgelelim, Freudcu düşüncenin sözgelimi İspanya gibi diğer ülkelerdeki kadar çabuk benimsenmediği anlaşılmaktadır. Örneğin, Mazhar Osman 1919’da “Viyana’da doğan bu haşarı fikrin” artık bir kıymetinin kalmadığını, tıp tarihine karıştığını beyan etmiştir (akt. Taştan, 2011). Bu bakımdan, Freud’un psikanalizinin Avrupa’daki egemen psikiyatri ekolü ile yaşadığı çatışmanın ülkemizde de tekrarlandığı söylenebilir. Özellikle de ilk Türkçe Freud çevirilerinde varlığı pek az hissedilen tıbbi üslubu, psikiyatri camiasının Freud’u daha başından bu şekilde reddetmiş ve onun eserlerini Türkçeye daha ziyade farklı entelektüel ve akademik çevrelerin kazandırmış olmasına bağlayabiliriz. Gelgelelim bu çeviriler, gerek üzerlerinde yapılandırılmış bir tartışma yürütülmemiş olması gerekse kavramsal süreklilik taşımamaları itibariyle Anglosakson veya Frankofon örneklerdeki gibi bir psikanaliz kültürü yaratılmasında yetersiz kalmıştır (Erten, 2016).
Hayli dağınık bir seyir izleyen, ağırlıklı olarak Fransızca ve İngilizce basımlara dayandırılan, bazen metnin tamamı yerine bir parçasını veya genişçe bir özetini okura sunan ve pek çok diğer ülkenin aksine psikanalist ya da hekimlerden çok sosyal bilimcilerin çabası ile mümkün hale gelen Freud’un Türkçeleştirilmesi süreci bir anlamda “kervan yolda düzülür” umudu ile ilerlemişse de nihayetinde ortaya, 10’dan fazla Freud kitabı çevirmiş olan Emre Kapkın’ın (2000) isabetli tabiriyle, yamalı bir bohça çıkmıştır. İngiltere ve Fransa örnekleri ile kıyaslandığında Türkiye’deki bu dağınık durumun muhtemelen en büyük sebebi, psikanalizin ülkemizde ancak 90’lardan itibaren kurumsallaşmasıdır. Freud’a ve görüşlerine olan ilgi ülkemizde de pek çok ülke ile aşağı yukarı eşzamanlı uyanmışsa da, yurtdışında profesyonel psikanaliz eğitimi alan kişilerin Türkiye’ye dönerek psikanalizi burada kurumsal bir çatı altında yayma çalışmalarını başlatması 20. yüzyılın son çeyreğini bulmuştur (Tunaboylu İkiz, 2011). Bu durumun büyük oranda, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti devletinin ruh sağlığındaki eski metafizik, batıl uygulamaları ortadan kaldırıp yerine dönemin egemen paradigması biyolojik psikiyatriyi getirme politikasından kaynaklandığı düşünülmektedir (Soyubol, 2018). 90’larda kurulan psikanaliz derneklerinden ikisinin Uluslararası Psikanaliz Birliği çatısı altına kabul edilmesi ise çok yakın bir tarihte, 2000’li yıllarda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, aktardığımız İngiltere ve Fransa örneklerinin aksine, Türkiye’de Freud’un düşüncesine ve metinlerine “sahip çıkan” kurumsal, yerleşik bir yapı olmamasının etkileri mevcut çevirilerdeki dağınıklıkta kendisini oldukça hissettirmektedir.
Türkçe çevirilerdeki terminolojik sorunlara sayısız örnek sunmak mümkün. Ne var ki bu makale kapsamında her birini uzun uzadıya detaylandırmak mümkün olmadığından tartışmayı İngilizce ve Fransızca çevirilerde değindiğim başlıca terimler ile sınırlı tutacağım.
Kâmuran Şipal
Ich, Überich, Es: Kronolojik olarak bakıldığında, bu terminolojinin yapılan ilk çevirilerde kullanılan kaynak dile göre belirlendiği anlaşılmaktadır. Örneğin, ilk olarak 1926’da yayınlanan Froydizm: Psikanalize Dair Beş Ders çevirisinde Ich için “ben (moi)” karşılığı kullanılırken, 1944’te yayınlanan Tenasül Psikolojisi çevirisinde “ego” karşılığına rastlarız. Aradaki bu fark, muhtemelen kullanılan kaynak dille ilgilidir. Zira ilk kitabın açıkça belirtilmemiş olsa da kullanılan dipnotlar vb. emareler itibariyle Fransızcadan çevrildiği izlenimi oluşmaktadır. İkincisi ise, başında İngilizce basım için kaleme alınmış önsözün yer alması dolayısıyla, muhtemelen İngilizceden çevrilmiştir. Aynı dönemde çeviri sürecini Fransızca ve İngilizce çevirileri karşılaştırarak yürüten Evrim (Freud, 1944) ise Ich’i yine “ben (moi)”, Überich’i de “üstben” olarak karşılar. Es’e istinaden “nefs” sözcüğünü kullanması ise dikkat çekicidir. Bu kullanım, Evrim’in daha önce bahsettiğimiz üzere Es’i le soi olarak karşılayan Fransızca çevirileri temel aldığını düşündürür. 1950’lere gelindiğinde ise Fransızcanın etkisinin giderek azaldığı ve ego, id ve süperego karşılıklarının artık iyice yerleşmeye başladığı, hatta “üstbenlik” gibi Türkçe karşılıkların da kullanıma girdiği görülür (örn. Eczacıbaşı, 1958; Adasal, 1958). İlk basımı 1986’da Ataç Kitabevi’nden çıkan Yaşamım ve Psikanaliz çevirisinde Kâmuran Şipal’in pek çok terimi olabildiğince Türkçeleştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Şipal, bu kavramlara istinaden “ben”, “üst-ben” ve “es” karşılıklarını kullanmıştır (Freud, 2003).
Günümüzde bu terimlerin çevirisinde hâlâ farklı tercihlere yer verilmektedir. Örneğin, psikanaliz terminolojisi ile ilgili erişime açık en kapsamlı kaynaklardan biri olan Psike İstanbul Psikanaliz Terimleri Sözlüğü’nde ego yerine “benlik”, superego yerine “üstbenlik”, id yerine ise “altbenlik” karşılığı önerilmektedir. Bu bağlamda self sözcüğü ise “kendilik” olarak karşılanmaktadır. Bağlam Yayınları’nın psikanalist Ayça Gürdal Küey editörlüğündeki Düş/Düşün serisinde de aynı terminoloji benimsenmiştir (örn. Quinodoz, 2016). Kapkın çevirilerine baktığımızda ise Strachey’nin ego, id ve süperego terminolojisinin doğrudan alındığını görürüz (örn. Freud, 2002) Diğer yandan, Metis Yayınları’nın Ötekini Dinlemek dizisinin editörlüğünü yürüten Saffet Murat Tura (2017), Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası’na yazdığı önsözde bu metinlerin yayınlandığı dönemde Freud’un yapısal kuramını henüz geliştirmemiş olması itibariyle kullanılan “ben” kavramının ego (ben), süperego (üstben) ve id bağlamındakinden farklı olduğunu belirtir. Ego çevirisinin bizim de bahsettiğimiz insan deneyimine yabancılaştırma, anlatımı mekanikleştirme gibi etkilerini de göz önünde bulundurarak Ich’i “ben” diye Türkçeleştirmeyi tercih ettiklerini yazar. Gelgelelim, aynı kitaba yazdığı sunuş yazısında Raşit Tükel (2017) ego sözcüğünü kullanır.
Bu kavramların çevirisine daha radikal bir eleştiri getiren Dindar (2013) ise psikanaliz metinleriyle asıl olarak Soğuk Savaş döneminde ve özellikle de 1980 Darbesi’nden sonra neoliberalizmin yarattığı kültürel ortamda, dolayısıyla Anglosakson kültürünün egemen olduğu bir dönemde tanıştığımızı öne sürerek, Freud çevirilerinin büyük oranda İngilizcedeki Strachey metinlerini temel alarak yapıldığını, bunun da Türkçenin hayli uzak olduğu bir dil olan Latince kökenli “id, ego, süperego” sözcüklerinin birer maymuncuk olarak konuşma diline girmesi ile sonuçlandığını belirtir. Bu doğrultuda da aslına sadık kalarak söz konusu terimlere Ben, Üst-ben ve O karşılıklarını önerir.
Besetzung: Mitat Enç, 1944 tarihli Tenasül Psikolojisi çevirisinde “meşguliyet (cathexis)” ifadesini kullanır ve buna “Yunanca cathexo-meşgul etmek kelimesinden müştaktır” dipnotunu düşer (s. 111). Ne var ki, “meşguliyet” karşılığının pek rağbet görmediği anlaşılmaktadır zira Strachey çevirilerinin yoğun etkisi ile bu terim Türkçe psikanalitik terminolojiye artık “yatırım” olarak yerleşmiştir (örn. Freud, 2000). Ancak halen “kateksis” gibi ara çözümlerin kullanıldığı metinler de mevcuttur (örn. Freud, 2017). Alternatif olarak, Rüyaların Yorumu’nu Almancasından çeviren Muradoğlu “enerji yükü” karşılığını tercih etmiştir (Freud, 2017a). Dindar (2013) ise yatırım terimini “zamanın ruhunun küresel ölçekte bir kurama nasıl sızdığının önemli bir semptomu” addeder ve yine orijinal metine sadık kalarak “işgal” (örn. libidinal işgal, nesnenin işgali) karşılığının kullanılması gerektiğini öne sürer (s. 26).
Trieb: Gerek İngilizce gerekse Fransızca metinlerde yaşanan içgüdü/dürtü karmaşasının bu metinleri baz alan Türkçe çevirilere de sirayet etmesi kaçınılmaz olmuştur. 1934’te kaleme aldığı metinde Şadan “ben grizesi” ve “ölüm grizesi” diye iki kavramdan söz eder. Taştan’ın (2011) kitabın sonunda verdiği sözlükte açıkladığı üzere grize olarak da kullanılan garîze sözcüğü “sevk-i ilahi, sevk-i tabii” anlamı taşımakta ve Freud’un Trieb kavramına istinaden kullanılmaktadır. Keza Enç de Tenasül Psikolojisi’nde Trieb sözcüğüne karşılık olarak genellikle sevk-i tabii (içgüdü) ifadesini kullanmakla beraber, aynı sözcükten türetilen Partialtrieb için, nedense, sevk-i tabii’nin eşanlamlısı olan “(kısmi) insiyak” karşılığını uygun görmüştür. Evrim’in çevirisinde ise Freud’un Triebe und Triebschicksale eseri “İçgüdüler ve İçgüdülerin Mukadderatı” olarak karşılanır. Benzer şekilde, Şipal’in ilkin 1986’da yayınlanan Yaşamım ve Psikanaliz çevirisinde de aynı kitabın adı “İçgüdüler ve Yazgıları” olarak Türkçeleştirilecektir (Freud, 2003). Gelgelelim, sevkitabii karşılığının da uzunca bir süre kullanımda kaldığı anlaşılmaktadır (örn. Adasal, 1954). Daha yakın tarihe geldiğimizde ise 1989 yılına ait Cinsel Yasaklar ve Normaldışı Davranışlar çevirisinde Muammer Sencer Trieb’i “itki” olarak karşılar ancak o da Tunç’un “kısmi insiyak” olarak çevirdiği kavram için farklı bir yol izleyerek “bölümsel sevgi” tabirini kullanır.
Günümüzde İngilizce metinlerde drive–instinct ayrımının oturması doğrultusunda Türkçe metinlerde de dürtü sözcüğü neredeyse standart tercih haline gelmiştir. Buna rağmen, Trieb’in “güdü” olarak karşılandığı Oya Kasap çevirisi gibi istisnalar da mevcuttur. Çevirinin editörü Dindar (2013) bu tercihlerini açıklarken, Trieb ile eşanlamlı olarak da kullanılabilen Antrieb sözcüğünün “bir şeyler yapmak için içsel güç” anlamını, etimolojisi itibariyle “sürü gütmek, güveyilik” gibi kavramlara işaret eden güdü sözcüğünün dürtünün dışsallığına ve içgüdünün içselliğine nazaran daha iyi karşıladığını savunmuştur.
Salt bu örneklerden dahi anlaşılacağı üzere Freud’un Türkçe terminolojisindeki “çeşitlilik” okur için ciddi zorluk yaratmasının yanı sıra Freud’un düşüncesinin ne denli doğru aktarılabildiği sorusunu da gündeme getirir. Tüm bunlara ek olarak, Say Yayınları’nın halen sadece başlıca eserlerden oluşan Freud kitaplığı ve Telos Yayınları’nın kısmi çabası haricinde Freud’u Almanca orijinalinden aktarmaya yönelik sistemli bir çalışmanın olmaması dolayısıyla diğer dillerde tartışılan üslup, metaforların korunumu vb. alanlara değinmek, ne yazık ki, mümkün dahi değildir.
Sonuç
Alman filolog Schleiermacher’in (1813) o meşhur tespitinde söylediği gibi çeviride ya okurun yazara ya da yazarın okura götürüldüğünü düşünecek olursak, Freud’un İngilizceye çevirilerinde yazarın okura götürüldüğü, Fransızcaya çevirilerde okurun yazara götürüldüğü, Türkçeye çevirilerde ise orta noktada buluşma saikiyle yola çıkılsa da nihayetinde herkesin kaybolduğu söylenebilir. 90’lardan itibaren psikanalizin kurumsallaşmaya başlaması ile birlikte en azından bazı terminolojik karşılıkların standardize edilmesine yönelik kimi kısmi çabalar olsa da, tartışmaların büyük oranda kurumların kendi sınırları içinde kalması, psikanalitik camianın mensuplarının ağırlıklı olarak Fransızca veya İngilizce metinler üzerinden eğitim almış (ve dolayısıyla en çok bu metinlere aşina) olması, çeviri üzerine düşünülse bile bunun genellikle sözde kalıp yazıya dökülmemesi gibi nedenler doğrultusunda bugün Freud metinlerinin Türkçeleştirilmesine ilişkin eleştiri ve değerlendirmeler yok düzeyindedir. Dahası, Freud’u orijinal kaynak dilinden, yani doğrudan Almancadan, çevirme çalışmaları günümüzde dahi oldukça kısıtlıdır. 2010’da Freud eserlerinin telifinin kalkmasıyla birlikte pek çok yayınevi hızla, kuşkusuz maddi ve pratik gerekçelerle, çoğu İngilizceden olmak üzere ne yazık ki özensiz ve eksik çeviriler yayınlamaya başlamıştır. Bu durum ilk bakışta Türkçedeki Freud kaynaklarında bereketli bir çeşitlilik olduğu izlenimi verse de aslında ciddi bir kirlilik ve hatta kaos söz konusudur.
Freud terminolojisinin ve külliyatının ülkemizdeki dağınık durumundan bir anlamda faydalanarak, diğer dillerde yapılan çevirileri ve çıkarılan dersleri de göz önünde bulunduran, mutlaka Almancadaki orijinal metinleri temel alan, farklı disiplinlerden uzmanların katılacağı kapsamlı bir çalışma yürütüldüğü takdirde yalnızca psikanalistler veya ruh sağlığı uzmanları için değil, başta sosyal bilimler olmak üzere entelektüel dünyanın tamamı için büyük önem arz eden, yirminci yüzyılın en büyük düşünürleri arasında gösterilen Sigmund Freud’un fikirlerini sağlıklı bir biçimde dilimize kazandırmak mümkün hale gelebilir. Böylesi bir çalışmanın Türkçe düşünce sahasının selameti bakımından önem ve aciliyeti ortadadır.
O halde, Say Yayınları’nın Freud kitaplığına Almancadan üç Freud eseri kazandırmış bir çevirmen olan Dilman Muradoğlu’nun şu temennisiyle bitirelim:
Freud külliyatı gibi temel eserleri bence daha ciddi ele almak lazım. Şimdi telif sorunu da kalmadığı için pek çok yayınevi çeviriyor, çevirmiş Freud kitaplarını. Şöyle bir şey hayal ediyorum: Bir yayınevi bütün kitapları çeviriyor, mesela Psikanaliz Derneği’yle işbirliği içinde, hep danışarak, sorarak, tartışarak çeviriyor ve bu çevirileri mutlaka ve mutlaka derneğin önerdiği, Almanca da bilen bir psikanalist okuyup düzeltiyor ve sonunda ortaya yıllarca kaynak olarak kullanılacak nefis bir Freud külliyatı çıkıyor! (Öztürk & Muradoğlu, 2018)
NOTLAR
(1) Bu eleştirilerde dile getirilen sorunlar Türkçe başta olmak üzere diğer dillerdeki çeviriler için de geçerli olduğundan SE tartışmasına daha geniş yer ayırdım.
(2) “Cathexis”, Marriam-Webster, 19 Ekim 2018 tarihinde https://www.merriam-webster.com/dictionary/cathexis adresinden erişilmiştir.
(3) Freud’un Ernest Jones’a yazdığı bir mektupta Besetzung’a karşılık olarak interest sözcüğünü dolaylı olarak önerdiği muhtelif kaynaklarda (örn. Solms, 2018) belirtilmektedir.
KAYNAKÇA
Adasal, R. (1954) Psikanalizin Mahiyeti-I. Türkiye’de Psikanaliz Hakkında En Eski Metinler-II 1929-1960 içinde (ed. C. Taştan), 2011, Bağlam Yayıncılık: İstanbul.
Adasal, R. (1958) Sebepsiz Suçlar ve Psikanaliz. Türkiye’de Psikanaliz Hakkında En Eski Metinler-II 1929-1960 içinde (ed. C. Taştan), 2011, Bağlam Yayıncılık: İstanbul.
Bettelheim, B. (1984). Freud and Man’s Soul. First Vintage Books: New York.
Bourguignon, A., Cotet, P., Laplanche, J., Robert, F. (1989). Traduire Freud. Presses Universitaires de France: Paris.
Brandt, L. (1961). Some Notes on English Freudian Terminology. Journal of the American Psychoanalytic Association 9: 331–339.
Crick, J. (1989). The English Freud: The Case of Sigmund Freud and James and Alix Strachey. German History 7 (3), 357–359.
Dindar, C. (2013) Sunuş: Freud’u Türkçe Düşünmek. Ben ve O içinde (çev. O. Kasap), Telos Yayınevi: İstanbul.
Eczacıbaşı, Ş. (1958) Freud ve Psikanaliz. Türkiye’de Psikanaliz Hakkında En Eski Metinler-II 1929-1960 içinde (ed. C. Taştan), 2011, Bağlam Yayıncılık: İstanbul.
Erten, Y. (2016). Neden Geciktik ve Hala Direniyor Muyuz?: Türkiye Kültürü ve Psikanalizin İlişkisine Dair bir Değerlendirme. İçgörü Blog. 22 Ekim 2018 tarihinde http://icgoru.com/neden-geciktik-ve-hala-direniyor-muyuz/ adresinden erişilmiştir.
Erwin, E. (Ed.). (2002). The Freud encyclopedia: Theory, therapy, and culture. New York: Routledge.
Freud, A. (1974). Preface. SE 24: vii.
Freud, S.
(1947) Totem ve Tabu (çev. N. Berkes). Milli Eğitim Basımevi: Ankara
(1962) Psikanaliz Üzerine Yeni Konferanslar (çev. A.A. Öneş). M. Sıralar Matbaası: İstanbul
(1962a) Cinsiyet Üzerine Üç Deneme (çev. A. A. Öneş) Yeni Matbaa: İstanbul
(1963) Cinsiyet. ve Psikanaliz (çev. Selâhattin Hilâv). Varlık Yayınları: İstanbul
(1974) Amatör Psikanalizi (çev. Kâmuran Şipal). Bozak Yayınları: İstanbul
(1974a) Psikanalize Giriş: Genel Nevroz Öğretisi (çev. G. Koptagel). Hilâl Matbaacılık: İstanbul
(1975) Psikanaliz Nedir ve Beş Konferans (çev. K. Şipal). Bozak Yayınları: İstanbul
(1975a) Kitle Psikolojisi. (çev. K. Şipal) Bozak Yayınları: İstanbul
(1979) Sanat ve Sanatçılar Üzerine (çev. K. Şipal). Bozak Yayınları: İstanbul
(1987) Hz. Musa ve Tektanrıcılık (çev. K. Şipal). Bağlam Yayınları: İstanbul
(1989) Cinsel Yasaklar ve Normaldışı Davranışlar (çev. M. Sencer) Ara Yayıncılık: İstanbul
(1941) Göteye Ait Bir Çocukluk Hatırasının Psikanalizi (çev. N. Ş. Kösemihal) Türkiye’de Psikanaliz Hakkında En Eski Metinler-II 1929-1960 içinde (ed. C. Taştan), 2011, Bağlam Yayıncılık: İstanbul.
(2002) Metapsikoloji (çev. E. Kapkın & Ayşen Tekşen) Payel Yayınevi: İstanbul
(2003) Yaşamım ve Psikanaliz (çev. K. Şipal) Say Yayınları: İstanbul
(2013) A Case of Hysteria (Dora) (çev. Anthea Bell) Oxford University Press: Oxford.
(2017) Kurt Adam Vakası (çev. G. Ekinci) Altıkırkbeş Yayın: İstanbul
(2017a) Rüyaların Yorumu (çev. D. Muradoğlu) Say Yayınları: İstanbul
Gilman, S.L. (1991). Reading Freud in English: Problems, Paradoxes and a Solution. Int. Rev. Psycho-Anal. 18, 331-344.
Holder, A. (1992). A Historical-Critical Edition. Translating Freud içinde (s. 75-96), Ed. Darius Gray Ornston. Yale University Press: New Haven.
Gerzymisch-Arbogast, H. (2004). The English Freud translations: Textlinguistic considerations. Übersetzung, translation, traduction içinde (s. 719-72), Ed. H Kittel, A. P. Frank, N. Greiner, T. Hermans, W. Koller, J. Lambert, F. Paul. Walter de Gruyter: Berlin
Junker, H. (1992) Standard Translation and Complete Analysis. Translating Freud içinde (s. 48-63), Ed. Darius Gray Ornston. Yale University Press: New Haven.
Kaufmann, W. (2009) Nietzsche, Heidegger and Bubber: Discovering the mind. Transaction Publishers: New Jersey.
Kapkın, E. (2000) Freud çevirileri üzerine. Psikanaliz Yazıları: 1 içinde. Bağlam Yayıncılık: İstanbul.
Kistner, U. (2016). Translating the first edition of Freud’s Drei Abhandlungen zur Sexualtheorie. Three Essays on the Theory of Sexuality içinde. Verso: 2016.
Laplanche, J., Pontalis, J.-B. (1981) Vocabulaire de la psychanalyse. Presses Universitaires de France: Paris.
Laplanche, J., Cotet, P., & Bourguignon, A. (1992). Translating Freud. Translating Freud içinde (s. 75-96), Ed. Darius Gray Ornston. Yale University Press: New Haven.
Makari, G. (2008). Revolution in Mind: The Creation of Psychoanalysis. HarperCollins: New York.
Nash, H. (1962), Freud and metaphor. Arch. Gen. Psychiat., 7:25-29.
Quinodoz, J.M. (2010). How translations of Freud’s writings have influenced French psychoanalytic thinking. The International Journal of Psychoanalysis 91, 695-716.
Quinodoz, J.M. (2016) Freud’u Okumak: Freud’un eserlerinin kronolojik olarak keşfi (çev. B. Kolbay & Ö. Soysal). Bağlam Yayıncılık: İstanbul.
Ornston, D.G. (1992) Improving Strachey’s Freud. Translating Freud içinde (s. 1-23), Ed. Darius Gray Ornston. Yale University Press: New Haven.
Öztürk, Ş. & Muradoğlu, D. (2018). Karşılaşmalar: Şeyda Öztürk ve Dilman Muradoğlu. Notos 72, s. 106-111.
Roudinesco, E. (2016). Kendi Çağından Bizim Çağımıza Sigmund Freud. çev. Nesrin Demiryontan. Metis: İstanbul.
Schleiermacher, F. (1813) Methoden des Übersezens. Das Problem des Übersetzens içinde, 1963, Ed. Hans Joachim Störig, Wissenschaftliche Buchgesellschaft: Darmstadt.
Solms, M. (2018). Extracts from the Revised Standard Edition of Freud’s complete psychological works. The International Journal of Psychoanalysis, 99:1, 11-57.
Soyubol, K. (2018) “Turkey Psychoanalyzed, Psychoanalysis Turkified: The Case of İzzettin Şadan” Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East 38(1), s. 57-72.
Şadan, İ. (1934) Çocuk ruhu ve psikanaliz. Türkiye’de Psikanaliz Hakkında En Eski Metinler II (Der. C. Taştan). Bağlam Yayınları.
Taştan, C. (2011). Türkiye’ye Erken Giren Psikanaliz Neden Geç Kurumsallaştı? Doğu Batı 56, 269-283.
Tunaboylu-İkiz, T. (2011). Türkiye’de Psikanalizin Gelişimine Kısa bir Bakış. Sosyoloji Dergisi 3, 22, 496-502.
Tunç, M.Ş. (1944) Önsöz. Hayatım ve Psikanaliz içinde (çev. S. Evrim). İnsel Kitabevi: İstanbul.
Tura, S.M. (2017) Editörün Önsözü. Narsizm ve Schreber Vakası içinde (çev. S. M. Tura & B. Büyükkal). Metis: İstanbul, s. 7-8.
Tükel, R. (2017) Freud’un Metinlerinde Ego İdeali.Narsizm ve Schreber Vakası içinde (çev. S. M. Tura & B. Büyükkal). Metis: İstanbul, s. 9-19.
Wilson, E. (1987) Did Strachey Invent Freud? Int. Rev. Psycho-Anal. 14, 299. Tunç, M.Ş. (1948). Başlangıç. Froydizm: Psikanalize Dair Beş Ders içinde (çev. M. Ş. Tunç). Ahmet Halit Kitabevi: İstanbul, 3-9.
Comments